Ana Sayfa Arama Galeri Video Yazarlar
Üyelik
Üye Girişi
Yayın/Gazete
Yayınlar
Kategoriler
Servisler
Nöbetçi Eczaneler Sayfası Nöbetçi Eczaneler Hava Durumu Namaz Vakitleri Gazeteler Puan Durumu
WhatsApp
Sosyal Medya
Uygulamamızı İndir

9. YARGI PAKETİ HAZIR… 2. KEZ MÜKERRİR UYGULAMASI KALKIYOR

9. Yargı Paketi taslağı ortaya çıktı. Taslak, mükerrir (tekrar eden)suçlar için de koşullu salıverme getiriyor.

9. Yargı Paketi taslağı

Bilindiği üzere şartları oluştuğu zaman en az 3 kez suç işleyen bir kişi 3. suçunu ikinci kez mükerrir olarak indirimsiz bir şekilde kapalı ceza infaz kurumunda infaz ediyordu. Bir mahkumun ikinci kez mükerrir ceza infaz etmesi onu koşullu salıverme, açık ceza infaz kurumuna ayrılma ve denetime ayrılma haklarından mahrum bırakıyordu.

TEKERRÜR HALİNDE İŞLENEN SUÇLAR İÇİN DE KOŞULUL SALIVERME GELİYOR

5275 sayılı Kanunun 108’inci maddesinin ikinci fıkrasına ise “İkinci defa tekerrür halinde bu fıkra hükmü uygulanmaz” cümlesi eklenirken, üçüncü fıkrasında yer alan “durumunda, hükümlü koşullu salıverilmez.” ibaresi “durumunda birinci fıkradaki koşullu salıverilme süreleri uygulanır.” şeklinde değiştirildi ve aynı fıkraya birinci cümlesinden sonra gelmek üzere “Ancak, süreli hapis cezaları bakımından koşullu salıverilme oranı dörtte üç olarak uygulanır.” cümlesi eklendi.

Taslakta bu düzenlemenin gerekçesi şöyle yer aldı:

“Dünyanın birçok ülkesinde hükümlülerin mahkûm oldukları hapis cezalarının bir kısmı ceza infaz kurumlarında, kalan kısmı ise topluma uyum sağlamaları amacıyla ceza infaz kurumları dışında infaz edilmektedir. Şartlı tahliye ya da koşullu salıverilme olarak nitelendirilen bu müessese, ülkelerin ceza ve infaz politikalarına göre farklı koşul ve sürelerle uygulanmaktadır.

Örneğin, İngiltere, Finlandiya, İtalya ve Polonya’da kural olarak hapis cezalarının yarısı ceza infaz kurumlarında infaz edilmekte iken, bu oran Belçika’da üçte bire kadar düşmektedir. Ülkemizde kural olarak hapis cezalarının yarısı, bazı suçlar bakımından ise üçte ikisi veya dörtte üçü ceza infaz kurumunda infaz edilmektedir. Bununla birlikte, ikinci defa tekerrür hükümlerinin uygulanması durumunda hükümlü, cezasının tamamını ceza infaz kurumunda infaz etmekte ve koşullu salıverilmemektedir. Bu durum, verilen cezanın neticeleri bakımından adaletsiz bir sonuç doğurduğu gerekçesiyle eleştirilmektedir.

Maddenin ikinci fıkrasında yapılan düzenlemeyle, maddenin üçüncü fıkrasıyla ikinci defa tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verilen hükümlülere koşullu salıverilme imkânı tanınması nedeniyle infaz adaletinin sağlanması ve hakkaniyete uygun bir sonucun ortaya çıkması amacıyla ikinci defa mükerrirler hakkında ikinci fıkra hükümlerinin uygulanmayacağı kabul edilmektedir.

Böylelikle ikinci defa tekerrür halinde koşullu salıverilme süresinin hesaplanması bakımından ikinci fıkra hükümleri dikkate alınmayacaktır. Maddenin üçüncü fıkrasında yapılan düzenlemeyle, hakkında ikinci defa tekerrür hükümlerinin uygulanmasına karar verilen hükümlülerin dış dünyaya uyum sağlamaları ve rehabilite edilerek yeniden suç işlemelerinin önlenmesi amacıyla koşullu salıverilebilmelerine imkân tanınmaktadır. Değişiklikle, bu hükümlülerin koşullu salıverilmesi bakımından birinci fıkradaki koşullu salıverilme sürelerinin esas alınacağı ancak, süreli hapis cezaları bakımından koşullu salıverilme oranının dörtte üç olarak uygulanacağı kabul edilmektedir. Buna göre, ikinci defa tekerrür halinde işlenen suçtan dolayı mahkûm olunan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının otuzdokuz yılının, müebbet hapis cezasının otuzüç yılının, birden fazla süreli hapis cezasına mahkûmiyet hâlinde en fazla otuziki yılının, süreli hapis cezasının ise dörtte üçünü infaz kurumunda iyi halli olarak infaz edilmesi durumunda koşullu salıverilmeden yararlanılabilecektir.

MHP MİLLETVEKİLİ VE GENEL BAŞKAN YARDIMCISI FETİ YILDIZ’IN MADDE İLE İLGİLİ 11 MAYIS 2024 TARİHLİ  PAYLAŞIMI

“Etki ajanlığı” düzenlemesi

Kamuoyunda “etki ajanlığı” olarak tartışılan düzenlemenin, taslakta 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 339’uncu maddesinden sonra gelmek üzere “diğer faaliyetler” başlığıyla eklenmesi önerildi. Bazı hukukçular düzenlemeyi ”yeni tip casusluk” suçu olarak nitelendiriyor. Buna göre, devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar hapis cezası ile cezalandırılacak.

“Devletin iç veya dış siyasal yararları”

Madde düzenlemesinin gerekçesinde, “Devletin iç veya dış siyasal yararına yönelik olarak gerçekleştirilen bazı faaliyetlerin cezalandırılması kabul edilmektedir. Bu kapsamda iktisadi, mali, askeri, milli savunma, kamu sağlığı, kamu güvenliği, kamu düzeni, teknolojik, kültürel, ulaştırma, haberleşme, siber alan, kritik altyapılar ve enerji gibi diğer yararlar da devletin iç veya dış siyasal yararları kavramı içinde kabul edilecektir. Dolayısıyla bu gibi yararlar aleyhine gerçekleştirilen faaliyetler de suçun konusunu oluşturabilecektir” ifadesi dikkati çekiyor.

Söz konusu düzenleme şöyle:

“Diğer faaliyetler
Madde 339/A- (1) Bu bölümde düzenlenen suçları oluşturmamak kaydıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda;
a) Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranlar,
b) Türkiye’de suç işleyenler, hakkında, üç yıldan yedi yıla kadar hapis cezası verilir. Fiilin, bu bölümde düzenlenen suçlar dışında başka bir suç oluşturması halinde hem bu suçtan hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunur.
(2) Fiil, savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış ise faile sekiz yıldan 12 yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suçun, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.”

“Devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk” düzenlemesi yetersiz bulundu

9. Yargı Paketi ile getirilmesi planlanan yeni suçun gerekçesi ise oldukça muğlak. Buna göre, 5237 Sayılı Kanunda “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” suçlarının düzenlendiği, ancak bu düzenlemenin ”Belge ve bilgi temini veya açıklanması dışında devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine olacak şekilde gerçekleştirilen diğer faaliyetler bakımından herhangi bir yaptırım öngörülmemiştir” denilerek yetersiz olduğu belirtilirken yeni getirilecek maddeyle “diğer faaliyetler” adı altında yeni bir suçun kabul edilmesi öngörülüyor.

Bu yeni suçun kabul edilmesiyle birlikte ise devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda gerçekleştirilen bazı fiillerin yaptırıma bağlanacağı kaydediliyor.

Söz konusu maddenin gerekçesinin tamamı:

“GEREKÇE

MADDE 22- Maddeyle, 5237 sayılı Kanunun İkinci Kitap, Dördüncü Kısım, Yedinci Bölümüne madde eklemek suretiyle yeni bir suç ihdas edilmektedir.

Söz konusu Yedinci Bölümde “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” suçları düzenlenmiştir. Genel itibarıyla bu Bölümde Devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararlarına ilişkin belge ve bilgilerin yok edilmesi, tahrip edilmesi, temin edilmesi veya açıklanması suç olarak düzenlenerek bir yaptırıma bağlanmıştır. Bu fiillerin siyasal veya askeri casusluk maksadıyla yapılması da yine suç olarak düzenlenmiştir. Belge ve bilgi temini veya açıklanması dışında Devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine olacak şekilde gerçekleştirilen diğer faaliyetler bakımından herhangi bir yaptırım öngörülmemiştir. Maddeyle “Diğer faaliyetler” adı altında yeni bir suç kabul edilerek, Devletin güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda gerçekleştirilen bazı fiillerin yaptırıma bağlanması amaçlanmaktadır.

Maddenin birinci fıkrasıyla, Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları aleyhine yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda;
a) Türk vatandaşları veya kurum ve kuruluşları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıranların,
b) Türkiye’de suç işleyenlerin,
cezalandırılacağı düzenlenmektedir.

“Devletin güvenliği” kavramı, Devletin varlığının korunmasını ve tehlikeyle karşı karşıya bırakılmamasını ifade etmektedir. Devletin varlığını tehlikeye düşürebilecek nitelikteki eylemler, Devletin güvenliğini ihlal etmektedir. Devletin iç ve dış siyasal yararları ile güvenliği arasında sıkı bir ilişki bulunduğu bilinmektedir. Nitekim yararlarını koruyamayan Devletin, güvenliği de tehlikeye düşebilecektir.

Maddeyle, Devletin iç veya dış siyasal yararına yönelik olarak gerçekleştirilen bazı faaliyetlerin cezalandırılması kabul edilmektedir. Bu kapsamda iktisadi, mali, askeri, milli savunma, kamu sağlığı, kamu güvenliği, kamu düzeni, teknolojik, kültürel, ulaştırma, haberleşme, siber alan, kritik altyapılar ve enerji gibi diğer yararlar da Devletin iç veya dış siyasal yararları kavramı içinde kabul edilecektir. Dolayısıyla bu gibi yararlar aleyhine gerçekleştirilen faaliyetler de suçun konusunu oluşturabilecektir.

Suçun oluşması için failin, yabancı bir devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları veya talimatı doğrultusunda hareket etmesi gerekmektedir.
Yabancı organizasyon, Türk hukukuna göre kurulmamış veya oluşturulmamış organizasyon olarak değerlendirilmektedir. Yabancı organizasyon, yabancı bir devlet tâbiiyetinde olabileceği gibi hiçbir devletin tâbiiyetinde de bulunmayabilir.

Belirtmek gerekir ki ihdas edilen bu suçun oluşabilmesi için “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” Bölümünde düzenlenen suçların oluşmaması gerekir. Diğer bir ifadeyle, 5237 sayılı Kanunun 326 ili 339 uncu maddelerinde düzenlenen suçların meydana gelmesi halinde 339/A maddesinde tanımlanan bu suç oluşmayacaktır. Böylelikle bu Bölümde düzenlenen mevcut suçlarla herhangi bir içtima sorunu yaşanmayacaktır.

Fiilin, aynı zamanda bu Bölümde düzenlenen suçların dışında başka bir suçu oluşturması durumunda gerçek içtima hükümleri uyarınca her suçtan ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Örneğin bu madde kapsamındaki fiilin aynı zamanda kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturması durumunda hem bu maddeden hem de 109’uncu maddeden ceza verilecektir. Yine failin birinci fıkranın (a) bendindeki fiillerinin söz konusu olduğu hallerde bu maddede düzenlenen suçla birlikte özel hayatın gizliliğini ihlal veya kişisel verilerin kaydedilmesi suçlarından da ceza verilebilecektir.

Hakkında araştırma yapılan veya yaptırılan Türk vatandaşları ile kurum ve kuruluşların Türkiye’de bulunması zorunlu olmayıp, yabancı bir devlette bulunan Türk vatandaşları ile kurum ve kuruluşlar hakkında gerçekleştirilecek fiiller de bu suçu oluşturabilecektir.

Maddenin ikinci fıkrasıyla, fiilin savaş sırasında işlenmiş veya Devletin savaş hazırlıklarını veya savaş etkinliğini veya askerî hareketlerini tehlikeyle karşı karşıya bırakmış olması halinde faile sekiz yıldan oniki yıla kadar hapis cezası verileceği kabul edilmektedir. Anayasanın 92 nci maddesi uyarınca savaş halinin ilanına Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) karar verebilmektedir. Fiilin savaş sırasında işlenip işlenmediğinin tespiti bakımından TBMM tarafından verilen karar dikkate alınacaktır.

“Devletin savaş etkinliği”, Devletin savaş bakımından bütün güç, kudret ve yetenekleri ile olanaklarını ifade etmektedir. Devletin savaş hazırlıklarının veya savaş etkinliğinin veya askerî hareketlerinin tehlikeyle karşı karşıya bırakılıp bırakılmadığı ise somut olayın özelliklerine göre yargı mercileri tarafından belirlenecektir.

Maddenin üçüncü fıkrasıyla suçun, milli güvenlik açısından stratejik önemi haiz birimler ile proje, tesis ve hizmetleri yerine getiren kurum ve kuruluşlarda görev yapanlar tarafından işlenmesi halinde verilecek cezanın bir kat artırılacağı hüküm altına alınmaktadır.
Suçtan dolayı kovuşturma yapılabilmesi için Adalet Bakanının izin vermesi gerekmektedir.”

HAKARET SUÇU DÜZENLEMESİ

Taslakta 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 73’üncü maddesinde yapılan düzenleme ile de soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan hakaret suçu bakımında şikayet süresinin, her ne suretle olursa olsun fiilin gerçekleştiği tarihten itibaren 2 yılı geçemeyeceği kaydedildi. Mevcut kanunda bu süre ise 6 ay olarak yer alıyor..

5237 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin altıncı fıkrasında da bir düzenleme yapılıyor. Buna göre düzenlemeyle, Türk Ceza Kanununun 125’inci maddesinin ikinci fıkrasında, üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bendinde ve dördüncü fıkrasında düzenlenen hakaret suçu, önödeme kapsamına alınmakta ve kurumun kapsamı genişletilmektedir. Buna göre, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle hakaret suçunun işlenmesi halinde Kanunun 75 inci maddesine göre önödeme hükümleri uygulanacaktır. Aynı şekilde, Kanunun 125 inci maddesinin ikinci fıkrasındaki hakaret suçunun aynı maddenin üçüncü fıkrasının (b) ve (c) bendi kapsamında ve/veya alenen işlenmesi halinde de önödeme hükümleri tatbik edilecektir. Bu suçun beş yıl içinde yeniden işlenmesi halinde altıncı fıkra uyarınca önödeme hükümleri uygulanmayacak ve fail hakkında kamu davası açılacak. Ayrıca 125’inci maddenin birinci fıkrasındaki hakaret suçunda önödeme hükümleri uygulanmayacağı kaydedilirken “Dolayısıyla bu suçun üçüncü fıkranın (b) ve (c) bendi kapsamında ve/veya alenen işlenmesi halinde de önödeme yoluna gidilmeyecek ve uzlaştırma hükümleri uygulanacaktır.” denildi.

“UZLAŞMA” DETAYI

Taslakta yer alan 24’üncü maddede 5271 Sayılı Ceza Muhakamesi Kanunu’nun 254’üncü maddesi de düzenleniyor. Buna göre 5271 sayılı Kanunun 254’üncü maddesinin ikinci fıkrası “Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda sanığın edimini def’aten yerine getirmesi halinde, davanın düşmesine karar verir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi halinde durma kararı verilir. Durma süresince zamanaşımı işlemez. Uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, mahkemece yargılamaya kaldığı yerden devam olunur.” şeklinde değiştiriliyor. Gerekçe olarak ise “Maddeyle, 5271 sayılı Kanunun 254 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yapılan değişiklikle, kovuşturma evresinde uzlaşma gerçekleştiği takdirde, edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi halinde dava hakkında durma kararı verileceği ve uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, mahkemece yargılamaya kaldığı yerden devam olunacağı hüküm altına alınmaktadır. Böylelikle, mevcut düzenlemeye göre sanık hakkında daha aleyhe sonuçlar doğurabilecek nitelikte olan hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilmesi uygulamasından vazgeçilerek uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilebilmesi bakımından durma kararı verilmesi sağlanmaktadır. Durma süresince zamanaşımı işlemeyecektir.” ifadeleri gösteriliyor.

5271 sayılı Kanuna ayrıca aşağıdaki geçici madde de ekleniyor:

“GEÇİCİ MADDE 7- (1) Bu maddeyi ihdas eden Kanunla 5237 sayılı Kanunun 73 üncü maddesinin ikinci fıkrasında yapılan düzenleme, bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla soruşturma veya kovuşturma evresine geçilmiş dosyalar bakımından uygulanmaz.
(2) Soruşturma veya kovuşturma evresinde olup da bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla uzlaşmanın sağlanmış olduğu dosyalar bakımından bu maddeyi ihdas eden Kanunla 253 üncü maddenin üçüncü fıkrasında yapılan değişiklik ve 5237 sayılı Kanunun 75 inci maddesinin altıncı fıkrasında yapılan değişiklik uygulanmaz. Bu dosyalar, 253 üncü maddenin üçüncü fıkrasının değişiklikten önceki hükümlerine göre sonuçlandırılır.
(3) Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla 254 üncü maddenin ikinci fıkrası uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen dosyalar bakımından bu maddeyi ihdas eden Kanunla 254 üncü maddenin ikinci fıkrasında yapılan değişiklik uygulanmaz. Bu dosyalar, 254 üncü maddenin ikinci fıkrasının değişiklikten önceki hükümlerine göre sonuçlandırılır.”

KAPALI CEZA İNFAZ KURUMLARINDA BULUNAN İYİ HALLİ HÜKÜMLÜLERE EĞİTİM DÜZENLEMESİ

5275 Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 76’ncı maddesi açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitim evlerindeki hükümlülerin örgün ve yaygın eğitimden yararlanmasına ilişkin madde, kapalı ceza infaz kurumunda bulunan iyi halli hükümlüleri de içine alarak genişletiliyor. Söz konusu maddeye eklenenler şunları:

MADDE 76- (1) Açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerinde bulunan hükümlülerin tüm öğretim türlerinden; diğer ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerin ise kurum içinde verilebilen yaygın, dışarıdan ve açık öğretim programlarından yararlanmaları sağlanır.

(2) Kapalı ceza infaz kurumunda bulunan iyi hâlli hükümlüler, kurum içinde açılan örgün öğretim programlarına kurum disiplin, düzen ve güvenliğini tehlikeye düşürmeyecek şekilde, kurumsal kapasite ve imkânların uygunluğu ölçüsünde devam edebilir. Yaş, eğitim düzeyi, engellilik durumu, sosyal ve ekonomik durum ile benzeri ölçütlere göre ihtiyacı olan hükümlülere öncelik verilir.

(3) Kayıtlı olduğu eğitim kurumlarının ilgili mevzuatına göre gerekli şartları taşıyan ve kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin sınavları, kişi ve kurum güvenliği ile kurum disiplin ve düzeninin bozulmasını önleyici tedbirler alınarak aşağıda belirtilen usule göre ceza infaz kurumu içinde yapılır:
a) Kayıtlı oldukları ortaöğretim, ön lisans, lisans ve benzeri öğretim programları kapsamındaki sınavlar ile mesleki yeterlilik gibi yazılı veya sözlü sınavlar, ilgili kurum ile koordinasyon sağlanarak öncelikle çevrim içi, bunun mümkün olmaması halinde ise ilgili eğitim kurumu görevlisinin gözetiminde yüz yüze yapılır.
b) Hükümlüler, merkezi sınavlar ile açık öğretim kurumları sınavlarına, sınav merkezi olarak belirlenen ceza infaz kurumlarında katılır.
(4) Kurum ve kuruluşlar ile üniversiteler, sınavlara ilişkin olarak üçüncü fıkrada belirtilen konularda gerekli düzenlemeleri yapmak ve tedbirleri almakla yükümlüdür.

(5) Açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerinde bulunan hükümlülerin öğretimden yararlanması veya sınavlara katılması, hükümlünün; başarısız olması, devamsızlık göstermesi, eğitim ve sınav alanlarında bu Kanunda yazılı disiplin cezasını gerektiren eylemlerden birini gerçekleştirmesi veya öğretim programının ceza infaz kurumunun işleyişine yer ve zaman itibarıyla uygun olmaması halleri dışında engellenemez.

(6) Bu maddenin uygulanmasına ve sınavlara ilişkin usul ve esaslar Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulunun görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle belirlenir.

“Kadının soyadı” düzenlemesi

Taslağın 13’üncü maddesinde 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 187’ci maddesinde yer alan “Kadının soyadı”, “Hak düşürücü süreler” başlıklarında düzenleme öngörülüyor.

Türk Medeni Kanunu’nun 187’nci maddesine göre bir kadın evlenmekle kocasının soyadını alıyor. Bu hükme göre kadın, evlenirken kocasının soyadını almak zorundaydı fakat dilerse kendi soyadını da kocasının soyadı önünde kullanma hakkına sahipti.

Anayasa Mahkemesi, 22 Şubat 2023 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan kararı ile ”kadının evlendikten sonra kocasının soyadını almasının ailenin ortak bir soyadına sahip olmasını mümkün kılan tek seçenek olmadığı, aile bağlarının korunup güçlendirilmesi amacının kuralla öngörülen farklı muamelenin makul nedeni olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı gibi tespitlerde bulunularak evlenmeden önceki soyadının evlendikten sonra da tek başına kullanılması bağlamında kadın ve erkek arasında kuralla öngörülen farklı muamelenin nesnel ve makul bir temele dayanmaması sebebiyle eşitlik ilkesini ihlal ettiği sonucuna ulaşarak” 4721 sayılı Kanun’un 187’nci maddesinin birinci cümlesinin iptaline karar vermişti.

Aile bütünlüğü gerekçesi

Söz konusu madde taslağında AYM’nin bu kararı işaret edilerek, gerçekleştirilen yeni taslakta artık kadının soyadı, kendi soyadı ile önceki kocasının soyadından oluşuyorsa kadın bu soyadlarından sadece birisini evleneceği kocasının soyadının önünde kullanabilecek. Bu düzenlemeyle AYM kararına rağmen kadının soyadını tek başına kullanması engellenmiş olacak. Söz konusu maddenin gerekçesinde bu durum, “Ailenin önemi değerlendirildiğinde, anne ve babanın ayrı ayrı soyadı kullanmaları, çocuk üzerinde olumsuz etkiler doğurabilecek, çocuğun hangi soyadını kullanacağı ayrı bir tartışma konusu haline gelecektir” ifadeleriyle açıklanması dikkati çekti.

Düzenlenen maddenin gerekçesi ise taslakta, “İptale konu hükümde kadının evlenmekle kocasının soyadını alacağı ancak evlendirme sırasında evlendirme memuruna veya daha sonra nüfus idaresine yapacağı yazılı başvuru üzerine kocasının soyadı önünde önceki soyadını da kullanabileceği belirtilmektedir. Buna göre evlenen kadın, evlendiği kocasının soyadını almak kaydıyla önceki soyadını da kullanabilmektedir. Anayasamızın 41’inci maddesinde ailenin Türk toplumunun temeli olduğu kabul edilmektedir. Ailenin önemi değerlendirildiğinde, anne ve babanın ayrı ayrı soyadı kullanmaları, çocuk üzerinde olumsuz etkiler doğurabilecek, çocuğun hangi soyadını kullanacağı ayrı bir tartışma konusu haline gelecektir. Bu durum, Türk toplumunun temeli olan aile bütünlüğüne zarar verebilecektir. Bu nedenle Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilen kanun hükmü yeniden düzenlenerek evlenen kadının kocasının soyadını alacağı, ancak dilerse kocasının soyadının önünde önceki soyadını da kullanabileceği, kadının soyadı, kendi soyadı ile daha önceki kocasının soyadından oluşuyorsa bu soyadlarından sadece birisini evleneceği kocasının soyadının önünde kullanabileceği hüküm altına alınmaktadır” şeklinde açıklandı.

Soybağının reddi davası açma hakkı

9. Yargı Paketi’nde 14’üncü maddede yer alan Türk Medeni Kanunu’nun 286’ncı maddesinde yer alan “Soybağının reddi/ Dava Hakkı” maddesi de düzenleniyor. Bu maddenin düzenlenmesine gerekçe olarak ise Anayasa Mahkemesi’nin 26 Temmuz 2023 sayılı kararı gösterildi. Buna göre, söz konusu AYM kararından önce baba ile çocuk arasında kurulan soybağı, yalnızca kocanın veya çocuğun açacağı davalarla ortadan kaldırılabilirdi. Bu durum, Türk Medeni Kanunu’nun 286. maddesinin birinci fıkrası “Koca, soybağının reddi davasını açarak babalık karinesini çürütebilir, bu dava ana ve çocuğa karşı açılır” şeklindeydi. Bu nedenle nüfus kayıtlarında baba olarak gözüken kişinin gerçek baba olmadığını bilmesi halinde dahi, annenin soybağının reddi davası açma hakkı yoktu. Bu nedenle nüfus kayıtlarında baba olarak gözüken kişinin gerçek baba olmadığını bilmesi halinde dahi, annenin soybağının reddi davası açma hakkı yoktu.

AYM kararının gerekçe olarak gösterildiği madde “Koca, ana veya çocuk soybağının reddi davasını açarak babalık karinesini çürütebilir. Bu dava, dava açma hakkına sahip diğer kişilere karşı açılır” şeklinde yeniden düzenlendi.

9. Yargı Paketi’nde 15’inci maddede yer alan Türk Medeni Kanunu’nun 289’uncu maddesinde yer alan “Hak düşürücü süreler” başlığında da bir düzenleme öngörülüyor. Buna göre mevcut kanundaki “Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, (…) içinde açmak zorundadır. Çocuk, ergin olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır” ifadesi “Koca, davayı, doğumu ve baba olmadığını veya ananın gebe kaldığı sırada başka bir erkek ile cinsel ilişkide bulunduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl, (…) içinde açmak zorundadır. Ana doğumdan, çocuk ise ergin olduğu tarihten başlayarak en geç bir yıl içinde dava açmak zorundadır” şeklinde yeniden düzenleniyor.

9. Yargı Paketi’nde 16’ncı maddede yer alan Türk Medeni Kanunu’nun 314’üncü maddesinde yapılması öngörülen düzenlemenin gerekçesi de AYM’nin 26 Temmuz 2023 tarihli kararı olarak gösteriliyor. Buna göre, “Eşler tarafından birlikte evlât edinilen ve ayırt etme gücüne sahip olmayan küçüklerin nüfus kaydına ana ve baba adı olarak evlât edinen eşlerin adları yazılır” ifadesi “Ayırt etme gücüne sahip olmayan küçüklerin nüfus kaydına, birlikte evlât edinmede ana ve baba adı olarak evlât edinen eşlerin adları; tek başına evlât edinmede ise ana veya baba adı olarak evlât edinenin adı yazılır. Evlât edinilen diğer kişiler hakkında, talepleri halinde bu hüküm uygulanır” şeklinde yeniden düzenleniyor.